top of page

Ortaçağ'da Şövalyelik ve Tılsımlı Yüzük Kitabı

  • Yazarın fotoğrafı: Selin Çelebi
    Selin Çelebi
  • 17 Eki 2020
  • 5 dakikada okunur

Ortaçağ dönemindeki şövalyelik kavramından bahsetmeden önce Ortaçağ Avrupası'nın nasıl şekillendiğinden bahsetmek gerekir. Kavimler göçünün gerçekleşmesiyle doğudan Avrupa'ya gelen barbar Hun kavimleri Avrupa'nın yapısını değiştirdi. Avrupa'da yaşayan barbar kavimler çoğunlukla Germanic-Goths, Burgundians (Burgonyalılar), Franklar, Longobards ve Vandallardı. Hunlardan kaçan bu barbar kavimler doğu-batı şeklinde ikiye bölünen Roma İmparatorluğuna doğru ilerleyip Fransa, Burgonya, Lombardiya, Andalusia(Endülüs) ve Katalonya gibi isimlerle kendi krallıklarını kurdular. Fakat bu kavimler İrani göçer kavimlerle karışmışlardı. Bunlar Alani ve Sarmatyalılardı. Göçerler mükemmel atlılardı. Hunlarla aynı kültürel yapıyı paylaşıyorlardı. Ayrıca Alanlar ve Sarmatyalılar kendilerini doğuştan soylu olarak görüyorlardı. Kendilerini köylülerden çok daha üstün görüyorlar ve köylüleri küçümsüyorlardı. Hunlar batının gördüğü ilk ağır zırhlı atlılara sahipti. Hunlarla birlikte Avrupa'ya üzenginin taşınması, ağır sabanın icadı üretim teknolojinin gelişmesini sağladı ve feodaliteyi hızlandırdı.


ree




ree

Kale sahiplerine feodal lord deniliyordu ve bu lordların hizmetlerinde vassal denilen çalışanlar vardı. Vassallar lordun sahip olduğu toprağı ekip biçme işinden ve kale içindeki hizmetlerden sorumlulardı. Feodal sisteme göre toplum oratores (dua edenler), bellatores (savaşanlar), laboratores (çalışanlar) şeklinde üçe ayrılmıştı. Hiyerarşinin üst basamağını ruhban sınıf oluşturuyordu. Bu ruhban sınıf "Tanrının Elçileri" olarak görülüyordu. İkinci basamağını şövalyeler yani savaşanlar, en alt basamağı da çalışan işçiler oluşturuyordu. Toplumsal sınıf kısaca bu şekildeydi.


Ortaçağların ruhunu temsil ettiğini düşünülen en önemli şey şövalyeliktir. Peki nedir bu şövalyelik? Kısaca şövalye, şövalyelik kanununa göre yaşayan ve bundan geçimini sağlayan at üstündeki savaşçıdır. Geçimini sağlamak deyince aklınıza paralı askerlik geliyor olabilir. Şövalyeler arasında paralı askerlik yapanlar da vardı ancak her paralı asker şövalye değildi. Bu noktada paralı askerlikten ayrılıyor.

Bir çok avrupa dilinde şövalyelik yani "knight" kelimesinin karşılığı olarak kullanılan  "chevalier", "caballero", "cavaliere" ve "ritter" gibi kelimeler at sırtındaki kişi anlamındadır. İngilizcede chivalry, atlı savaşçıların bütün bir yaşam tarzını kapsar.

Ortaçağda şövalyelik savaşta adil ve dürüstçe davranmaktan çok daha fazlası anlamına gelirdi bu sebeple şövalyelik apayrı bir sınıfsal kültürü ifade ederdi.  Ana akım kültürün dışında gelişen ve yer yer bu kültüre de muhalif olan bir alt kültürdü. Kilise, şövalyeliğin bir sınıf kültürü olarak gelişmesini sakıncalı olarak gördü. Şövalyelik sınıfı  ruhban sınıfından farklı olarak yeni kişilerin katılımına görece daha sıcak bakıyordu. Ayrıca şövalye olmak bir ayrıcalıktı. Sadece soylu sınıfına bahşedilmiş bir şey değildi. Spesifik olarak kazanılması gerekirdi ve bireysel olarak birine verilmeliydi. Her şövalye şövalyeliği hak ettiğini düşündüğü birini şövalye olarak sunabilirdi. Fakat aynı zamanda şövalyeliği öneren kişinin bu kişiye karşı sorumlulukları vardı.  

İdeal olarak bir şövalyenin yeterince malı olmalıydı. Yani selflerin çalıştırıldığı bir toprağa sahip olmak. Kendisini ve hizmetindekileri belirli bir  yaşam standartında tutabilmesi için mal varlığının olması şarttı. Şövalyenin, hizmetlilerinin kendisine sadık kalmasını sağlaması ve düşmanlara karşı korunma sunması gerekiyordu. Onların yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını iyi bir şekilde sağlamalıydı. Yani şövalyeden, bir kalesinin olması, toprak sahibi olması ve selflere sahip olması bekleniyordu.

Şövalye olmanın gereklerinden biri de bir ata ve zırha sahip olmaktı. Bir şövalyenin sahip olması beklenen minimum eşyalar bunlardı. Eğer bir kalesi ve kendi toprakları yoksa kendi atına sahip olmalı ve rütbece kendisinden daha büyük bir lordun hizmetine girip bunları kazanmalıydı. Bu lord genellikle bir şövalye olurdu. Yada şövalye olmak isteyen kişi kendi savaş ekipmanlarıyla savaşır, paralı asker olur para kazanır böylece atını ve zırhını alıp şövalye olurdu. Ancak çoğu şövalye toprak sahibi ailelerin çocuklarıydı.


ree

Yaklaşık 7 yaşında bir başka soylunun kalesine yamak olarak gönderilmek şövalyenin eğitiminin bir parçasıydı. Tercihen babasının bağlı olduğu feodal lordun kalesine gönderilirdi. Orada bir nevi rehine gibi kalıyordu. Böylece babasının feodal lorda bağlılığı sağlanıyordu. Ramon Llull, "Şövalyelik Kurumu Kitabı" adlı kitabında bir şövalyenin nasıl liderlik edebileceğini öğrenebilmesi için önce birisine nasıl iyi hizmet edilebileceğini öğrenmesi gerektiğinden bahsediyor. Yani önce bir efendinin tebaası olmalıydı, aksi halde efendi olduğunda efendisine itaat etmeyebiliyordu. Hizmeti boyunca büyük bir et parçasını nasıl dilimlemesi gerektiğini ve şarabı nasıl sunması gerektiğini de bilmesi gerekirdi. Bu kalede yapması gereken görevler yetişmekte olan şövalyeye kalenin hanımı tarafından gösterilirdi. Böylelikle bu genç şövalyenin soylu olmak üzere daha ince, zarif ve adaplı bir şekilde yetişmesi sağlanır ve şövalye kültüründe kadınların oynadığı önemli rolü algılaması beklenirdi. Yaklaşık on dört yaşına gelince yamak çocuk yaverliğe yükseltilebilirdi. Savunma sanatları konusunda eğitim alabilirdi ve efendisinin zırhı ve atlarla ilgilenmeye başlardı. Ayrıca kılıç kullanma ve avlanmayı öğrenirdi. Ortaçağlarda avlanmak yemek için gerekliydi ancak katı kurallara bağlıydı. Bunlardan bazıları ekolojikti. Hayvanların yavrulama mevsimi boyunca avlanmak yasaktı. Geyikler ve antiloplar kolay hedefti ancak diğer avlar tehlikeli olabiliyordu. Fakat böylesi yasaklar inanılmaz derecede çoğalan ve hasata ciddi şekilde zarar veren yabandomuzlarını kapsamıyordu. İzinsiz avlanmak karşısındaki bu katı sınırlandırmalar av hayvanlarını topyekûn ortadan kaldırmanın önüne geçiyordu. Tazılarla hayvanların izini sürmek gibi metotlar at biniciliğinde çok iyi eğitim almış olmak, hayvan bakımı ve okçulukta iyi eğitim almış olmayı gerekli kılıyordu.


"The Accolade" - Edmund Blair Leighton, 1901
"The Accolade" - Edmund Blair Leighton, 1901

Bir şövalye olmak o kadar yüksek bir statü demekti ki neredeyse mistik bir şeydi, feodal lordlar ve prensesler de bu uluslararası kardeşliğe dahil olmayı ve bir şövalye haline gelmeyi en üst derecede bir onur olarak görüyorlardı. Bu onur bir acemi şövalyeye bahşedildiğinde kılıçla omuzlara üç kez dokunulur, kendisine kılıcı taşıması için bir kuşak  ve yeni rütbesini ifade eden altın mahmuzlar verilirdi. Şövalye olmak isteyen kişinin "Hristiyan inançlarına saygılı olmak, feodal lorduna olan sadakatini bozmamak, savaşmaya hazır olmak ve hayatından vazgeçmeye hazır olmak, savaşçı ruhunu merhametle dengelemek, zulme ve baskıya uğrayanları, yoksulları korumak, kadınları ve çocukları korumak" gibi "chivalrous conduct" denilen bu cesur davranışlarla ilgili ant içmesi gerekirdi. Şövalyenin merhameti düşmanı bile kapsıyordu. Gerektiğinde düşmana bile merhamet gösterilmeliydi. Gözü kara bir şekilde, merhametsizce bir intikam isteği hor görülüyordu. Bu davranış kuralları  neredeyse savaşın her an patlak verebileceği bir dönemde -yüzyıl savaşları dönemi gibi- hayatı daha çekilebilir kılıyordu. Böylelikle bir şövalyenin sahip olduğu en büyük ve önemli erdem ılımlı olmaktı. Asla hiçbir konuda aşırıya kaçmamak şövalyelik kültürünün yapısını belirledi.

Atlı savaşçıları  merkezine alan bu sınıf kültürünün temelleri Roma İmparatorluğu'nun M.S. 5. yüzyıl sonlarına doğru çöküşüne kadar gider. Yıkılmakta olan Roma medeniyetinden ne kurtarılabildiyse bunun üzerine inşaa edilen ile Şövalyelik kültürü ortaya çıkmıştır.

ree

Şövalyelik kültürü diğer önemli hoşlukları da kapsıyordu. Örneğin sanat bunlardan biriydi. Eski göçer atçılık geleneği en çok şiirde kendini gösterir. Şövalyelik çağı büyük Avrupa kahramanlıklarının ve romantizmin çağıydı. Gerçek kişilerin başından geçen olaylar epik şiirlere ve hikayelere dönüştürülüyordu. Epik hikayelerin en bilineni Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri'dir. Bu epik hikayelerde, uzun zaman önce yok olmuş olan göçebe atlılarının epik geleneğine de uzanan izler vardır yani  ondan kalan edebi motiflerle süslenmiştir. Bu motifler epik şiiri toplum içinde ayrı bir sınıfa özgü hale getirdi. Epik şiirin temaları genellikle Hristiyanlıktan kaynaklanan ahlaka ters düşüyordu. Mesela bu şiirler savaştan kazanılan ün, intikam için savaşmak, kan davaları, şahsi bir üne kavuşmak için macera arayışları, şövalyenin evli bir kadına duyduğu aşk gibi konular içeriyordu. Kiliseye göre Yedi ölümcül günah anlayışıyla daha çok ortak noktası vardı. Hatta bu epiklerde normalde sözde Hristiyanlıktan kaynaklanan temalar bile (kutsal kasenin aranması gibi) kafirlik belirtileri gösteren özelliklere sahipti.

Şövalye romanları gerçeklikten uzak olarak görülüyor ve ciddiye alınmıyordu. Cervantes'in Don Quijote'unda tasvir edilen şövalye de bilinen şövalye algısından uzaktı. Bunda ruhban sınıfının da etkisi vardı. Kilise şövalye romanlarındaki gerçeküstü varlıkları tehlikeli olarak gördüğü için çoğu roman Engizisyon döneminde yakılmıştı. Engizisyon'un şifacı kadınları cadı olarak görüp yaktığı bir dönemden bahsediyoruz, şövalye romanlarındaki cinler, periler, devler, cadılar, ejderhalar vb. varlıkların kiliseyi rahatsız etmemesi o dönemlerde olanaksızdı.

TILSIMLI YÜZÜK


Tılsımlı Yüzük kitabının ilk baskısı
Tılsımlı Yüzük kitabının ilk baskısı

Friedrich De La Motte Fouque'nin Tılsımlı Yüzük kitabı'da romantizmin popüler olduğu bir dönemde, ilk kez 1812 yılında "The Magic Ring" adıyla yayınlandı. Nordik mitoloji, Ortaçağ efsaneleri, şövalyelik gibi Romantik dönemin popüler konularından beslenmiş bir yazar olan La Motte Fouque'nin Tılsımlı Yüzük'ü bize eski şövalye mitlerinin, efsanelerinin ve fantastik varlıklara giden dünyanın kapısını açıyor. Kitap yazarın en popüler kitabı olmasa da John Ronald Reuel Tolkien gibi usta bir yazara ilham kaynağı olması açısından önemli bir eser. Yani Yüzüklerin Efendisi'ndeki her şeye hükmedecek tek yüzüğün bu kitaptan esinlenildiğini söyleyebiliriz. La Motte Fouque ise bu kitabında bir Alman destanı olan Nibelungen'den esinlendi. Destanda da benzer bir lanetli yüzük mevcuttu.


ree

Soyluların şövalyelere olan inanç ve güvenleri şövalyelik kültürünü etkiledi. Şövalyelerin başka şövalyelerle olan ilişkilerini, yer yer şövalyelik kanunlarının nasıl uygulandığını, düşmana bile gösterilen merhamet, kadınları ve çocukları korumak ve adil olmak, cesur kahramanlıklar ve aşk temalarının işlendiği ve Şövalye romanlarından beklenen tadı almamızı sağlayan bir kitap Tılsımlı Yüzük.

Yazımızın başında bahsettiğimiz şövalyelik kültürüne ait ne varsa çoğunun karşılığını bu kitapta görebilirsiniz. Kale sahibi lordlar, lordların şövalye oğulları, kale hizmetlileri, içinde bulunulan feodal yapıyı çok güzel anlatan ayrıca masalsı oluşuyla da okurken insanı sıkmayan bir kitap.

Şövalye Otto, Sir Folko, Lady Bertha ve Lady Gabrielle arasında geçen bu masalsı romanı şövalye kültüne ilgi duyan herkesin okuması dileğiyle.



Yorumlar


© 2025 by SELİN ÇELEBİ

bottom of page